Alashankou (Alatav Geçidi) limanından Çin–Avrupa yük trenlerinin 2025’te 7.000’e yaklaşan sefer sayısı, Pekin yönetiminin resmi medyasında büyük bir başarı olarak lanse ediliyor.
Ancak bu “lojistik zafer”, Çin devleti tarafından işgal altında tutulan Doğu Türkistan’da süregelen — ve sık sık görmezden gelinen — insan hakları ihlalleri, sömürü ve asimilasyon pratiğine çarpıcı bir perde aralıyor.
Bölgedeki kaynakların devri: Sömürü düzeninin altyapısı
- 2024’te, Doğu Türkistan’daki 558 maden işletmesinin hakları Çinli şirketlere devredildi. Bu madenler arasında nadir metaller, kömür, altın, bakır, lityum ve diğer stratejik kaynaklar var.
- Resmî devriye konferanslarında tanıtılan projeler; petrol, doğal gaz, kömür, bakır, altın, nikel gibi zengin kaynak alanlarını kapsıyor.
- Bu kaynakların çıkarılması, işlenmesi ve ihracı ile oluşan kazanç, esas olarak Çin merkezli şirketlere giderken; Doğu Türkistan’da yaşayan halk — etnik azınlıklar, Uygurlar ve diğer Türk toplulukları — büyük oranda fayda göremiyor. Aksine, bu kaynak devri politikaları, bölgedeki sömürünün yapısal temelini oluşturuyor.
Zorla çalıştırma, göç zorlaması ve asimilasyon — İnsanlık dışı bir sistem
- Bağımsız raporlar; Doğu Türkistan’da maden çıkarımı ve üretim süreçlerinin — özellikle lityum, titanyum, magnezyum ve diğer kritik minerallerin — zorla çalıştırmaya dayalı olduğunu belirtiyor.
- Doğu Türkistan’ın yerli halkı olan Uygurlar ve diğer Müslüman Türk halklarından insanlar, devletin “istihdam” ya da “yoksullukla mücadele” adı altında yürüttüğü programlarla kömür, altın, lityum madenleri ile tekstil, tarım veya sanayi tesislerine sevk ediliyor. Bu işlerde çalışanlar ya özgür iradeleriyle değil, devlet baskısı altında çalıştırılıyor.
- Bu ağır çalışma koşulları — uzun saatler, düşük ücret, güvenlik önlemlerinin yokluğu — bölgedeki kazançların, insan hayatı ve onuruna tercih edildiğini ortaya koyuyor. Özellikle altın madeni gibi tehlikeli sektörlerde, iş güvenliği önlemlerinin yetersizliği, “ölüm, sakatlık ve zehirli kimyasallara maruz kalma” gibi riskleri gündeme getiriyor.
- Buna ek olarak, etnik kimlik, dil, kültür ve inanç baskısı aracılığıyla yürütülen asimilasyon politikaları — dinî yapı ve sembollerin kısıtlanması, kültürel ve toplumsal baskılar, yer isimlerinin değiştirilmesi, kültürel kimliğin sistematik olarak silinmesi — Doğu Türkistan’da yalnızca ekonomik sömürü değil, aynı zamanda kimlik ve kültür kıyımı olduğunu gösteriyor.
“Refah” ve “kalkınma” propagandası — Gerçeğin üzerini örtme çabası
Çin hükûmeti ve resmi medya, Doğu Türkistan’daki altyapı çalışmaları, lojistik yatırımlar ve ekonomik faaliyetleri “refah”, “kalkınma” ve “entegrasyon” açısından yüceltirken; bu söylem, bölgedeki sömürü, zorla çalıştırma ve asimilasyon gerçeğini görünmez kılmak için kullanılıyor.
Uluslararası bağımsız kuruluşlar — insan hakları örgütleri ve araştırmacılar — ise bu yatırımların, esas olarak Doğu Türkistan halkının yaşamının ucuz emek ve kaynak sömürüsü üzerinden kârlı hâle getirilmesi anlamına geldiğini vurguluyor.
Uluslararası toplum ve duyarlılık — Sessizlik tehlikelidir
Bugün, dünyadaki birçok şirket, ürünlerinde kullanılan minerallerin kaynak zincirlerinde — özellikle güneş paneli üretimi, elektronik ve batarya sanayisi gibi sektörlerde — Doğu Türkistan’daki zorla çalıştırmaya bağlı kaynakların yer alabileceği konusunda uyarılıyor.
Hak temelli siyasetten, uluslararası baskı ve şeffaf tedarik zinciri politikalarına kadar birçok araç hâlâ mümkün. Ancak bu adımların atılması — zulme sessiz kalmayacak sivil toplum, devletlerin tavrı ve küresel şirketlerin sorumluluk almalarıyla mümkün.
Sonuç – Doğu Türkistan’da “kalkınma” maskesinin ardında: Telafi edilemez bir adaletsizlik
Çin tarafının ekonomik başarı ve ticari entegrasyon temalı söylemleri, Doğu Türkistan’da milyarlarca dolarlık doğal kaynak ve emeğin akıl almaz bir sömürüye konu olduğuna dair raporların, tanık ifadelerinin ve bağımsız araştırmaların gölgesinde kaldı. Bu sözde “lojistik başarı”, binlerce kilometrelik demir yolları, maden hatları, fabrikalar ve yatırım projelerinden ziyade; Doğu Türkistan halkının kimliğine, emeğine ve onuruna açılan bir zulmün altyapısıdır.
Ülkelerin, uluslararası toplumun ve bireylerin bu gerçeği görmesi; tüketimde, diplomatik ilişkilerde, medya ve kamuoyunda bu hak ihlallerini gündemde tutması şarttır. Aksi takdirde; “refah”, “kalkınma” ve “entegrasyon” gibi kavramlar — sömürü, zulüm ve asimilasyon davalarının kılıfı olmaya devam edecektir.

