Doğu Türkistan, uzun zamandır hem jeopolitik hem de insan hakları açısından uluslararası arenada tartışmalı bir bölge. Ancak bölgedeki durum sadece iç siyaset ya da Çin’in güvenlik politikaları ekseninde okunacak bir mesele değil. Daha geniş perspektiften bakıldığında, Doğu Türkistan — etnik kimlik, dil, din ve kültür üzerinden — küresel bir “kültürel hayatta kalma” sınavı hâline gelmiş durumda.
Bu sınav, yalnızca yerel halk için değil; dünyanın farklı bölgelerindeki kültürel çeşitliliğe, azınlıklara ve çokkültürlülüğe dair uluslararası normlar için de kritik bir sınav niteliği taşıyor. Çin hükümetinin uygulamaları, bu anlamda, “küçük düşürme ve asimilasyon” ile “çok kültürlü kimliğin korunması” arasındaki çizgiyi belirgin biçimde zorunlu kılıyor.
Etnik ve Kültürel Baskı: Devam Eden Politikalar
2014’te ilan edilen Strike Hard Campaign Against Violent Terrorism (Şiddetli Terörizme Karşı Sert Mücadele Kampanyası) çerçevesinde, bölgenin yerli halkı olan Müslüman Türkler —özellikle Uygur Türkleri — geniş çaplı polis baskısı, kitlesel gözaltılar, dini ve kültürel kısıtlamalarla karşılaştı.
Bu kampanya, topluca “terör”, “ayrılıkçılık” veya “radikal din” iddialarıyla haklı gösterildi. Ancak bağımsız rapor ve uzman değerlendirmeleri, bu iddiaların çok daha geniş kapsamlı bir kültürel ve etnik asimilasyon planının parçası olduğunu öne sürüyor. Özellikle dil, din ve geleneklere yönelik baskılar — okul sistemi, kamu alanlarındaki hayati denetimler, gözetim uygulamaları — sadece bireylerin değil, bütün bir kültürel kimliğin hedef alındığını gösteriyor.
Bölgede uygulanan toplu gözetim sistemleri — kimlik kontrolleri, biyometrik verilerin toplanması, kameralarla sıkı izleme — yalnızca güvenlik tedbiri olarak lanse edilse de; pratikte ortak yaşama, dini ritüel, dil ve geleneklerin sürdürülebilirliği üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor.
Okullarda ve resmi alanlarda Mandarin (Çince) dili öncelikli hâle getirilirken, yerel diller ve lehçeler ikinci plana itilmiş durumda. Bu da uzun vadede, özellikle genç kuşaklar arasında kültürel ve dilsel kökenin yitirilmesi tehlikesini gündeme getiriyor.
Dolayısıyla Doğu Türkistan’da yaşananlar sadece bir güvenlik meselesi değil; aynı zamanda kültürel çeşitlilik ve azınlık kimliklerinin korunması bağlamında küresel önemde bir alarm.
Uluslararası Boyut: Kültürel Erime Tehdidi ve Küresel Vicdan
Doğu Türkistan’daki ’da gelişmeler yalnızca Çin’in iç meselesi olarak kalmıyor. Çünkü bu durum, azınlık hakları, dinî özgürlükler, kültürel çeşitlilik gibi evrensel değerler açısından küresel sonuçlara sahip.
Kimi insan hakları örgütleri ve akademik çevreler, bölgede yaşananları — kitlesel gözaltılar, dinsel kısıtlamalar, asimilasyon politikaları — sistematik bir “kültürel soykırım” ya da “etnik temizlik” girişimi olarak tanımlıyor.
Bu tanımlamalar, sadece etnik kimlik ya da coğrafya temelli değil; küresel normlara dair de bir uyarı olarak okunuyor. Çünkü bir halkın (ve dolayısıyla bir kültürün) varlığına yönelik bu tip politikalar; kültürel çeşitliliğe, azınlık haklarına ve insan haklarının evrenselliğine dair küresel sözleşmelerin ve normların ihlali anlamına geliyor.
Aynı zamanda, küresel ekonomiye entegre üretim ve ticaret ağlarıyla birlikte, Doğu Türkistan’daki ekonomik faaliyetler — özellikle sanayi, tekstil ve tarım — küresel tedarik zincirlerinin bir parçası. Bu da uluslararası şirketler ve tüketiciler için ciddi bir etik ikilem doğuruyor: “Tedarik zincirinde yer alan her ürün, aslında bu sorunun bir parçası mı?” sorusu. Bu perspektiften bakıldığında, Doğu Türkistan yalnızca Çin için değil, küresel ticaret ve ekonomi için de normatif bir gösterge haline geliyor.
Bu yüzden, Doğu Türkistan meselesi yalnızca bölgesel bir kriz değil; aynı zamanda küresel vicdan, insan hakları ve etik ticaret açısından bir sınav. Dünyanın diğer bölgelerindeki azınlıkların durumu, çok kültürlü toplumların geleceği, devletlerin baskı politikaları ve küresel etik sorumluluk gibi başlıklar, bu bağlamda Xinjiang örneği üzerinden yeniden tartışılabilir hâle geliyor.
Kültürel Kimlik, Dil ve İnanç: Korumanın Zorunluluğu
Birçok eleştirmene göre, Doğu Türkistan’da asıl tehlike, fiziksel baskıdan ziyade “küçük düşürme” — yani kimliklerin, dillerin ve inançların sistematik olarak aşındırılması. Uzun vadede, sadece bireysel değil, kolektif bir hafıza yitimi riskiyle karşı karşıya olunduğu belirtiliyor. Bu durum, etnik kökenli toplulukların varlığının, her şeyden önce kültürle, dil ve geleneklerle sürdürülmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Böyle bir bağlamda, Doğu Türkistan’daki gelişmeler, uluslararası toplumun azınlık hakları, kültürel çeşitlilik ve çokkültürlülük gibi kavramlara ne kadar bağlı olduğunu da test ediyor. Çünkü eğer bu hakları korumak istiyorsak, sadece bildiri yayınlamak ya da resmi açıklamalarla yetinmek yetmez — hakların fiilen korunması, gözetilmesi, asimilasyonun durdurulması gerekiyor.
Öte yandan, bu yalnızca bir dayanışma çağrısı değil; aynı zamanda uluslararası hukuk, etik ticaret ve insan hakları normları çerçevesinde somut adımlar atılması gerektiğini de gösteriyor.
Sonuç: Küresel Bir Gözetim ve Sorumluluk Zamanı
Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan politikaları etnik, kültürel ve dini kimlikleri doğrudan etkiliyor. Bölgede yaşayan halkın — özellikle Uygurlar ve diğer Müslüman Türk halklarının — günlük yaşantısına dair alınan kararlardan, gözetim mekanizmalarına, eğitimden dini uygulamalara kadar birçok alan “devlet güvenliği” söylemiyle yeniden şekillendirildi.
Ancak bu yeniden şekillendirmenin bedeli, sadece bireysel hakların değil; kolektif hafızanın, toplumsal belleğin ve kültürel çeşitliliğin silinmesi olabilir. Bu da, Doğu Türkistan’ı yalnızca lokal bir mesele olmaktan çıkarıp, küresel bir alarm haline getiriyor.
Dünya, yalnızca insan hakları konusunda değil; kültürel kimlik, dil ve inanç özgürlüğü, azınlık hakları ve etik ekonomik ilişkiler konusunda da bir sınav veriyor. Doğu Türkistan’ın bugünkü durumu, bu sınavın İskenderiyesi olabilir — ya küresel vicdan, eşitlik ve çeşitlilik kavramlarının savunuculuğu başarılı olur; ya da bütün uyarılar, küresel sessizlikle boğulmuş olur.
İşte bu yüzden, Doğu Türkistan’ı anlamak; yalnızca Çin’i ya da bölgesel siyaseti anlamak değil — küresel insanlık, kültür ve etik değerler açısından sorumluluk üstlenmektir.

