55 yaşındaki Özbek kökenli eğitimci Kalbinur Sıddık, 2019’da Hollanda’ya kaçana kadar Çin’in “yeniden eğitim kamplarında” — aslında toplama kamplarında — zorla çalıştırılan Uygur mahkûmlara Çince öğretiyordu. Bu deneyimi, 28 Kasım 2025’te yayınlanan bir röportajda anlattı — tanıklığı, dünya çapında ses getiren belgesel Eyes of the Machine’de de kullanılıyor.
Sıddık’ea göre zulüm “Doğu Türkistan”, Çin’in verdiği “Sincan” adından başlıyor. “Doğu Türkistan bizim geldiğimiz toprak. Sincan ise Çin’in koyduğu isim,” diyor.
Kamp Koşulları: Cezaevinden Farksız
Röportajda Sıddık, kampın içindeki koşulları şöyle tarif ediyor:
- Kamp yüksek duvarlarla çevrili, elektrikli tellerle, güvenlik kameraları ve silahlı askerlerle korunan bir alan. İçeri girenler, neredeyse mahkûm gibi — yüz tanıma kamera sistemleri ile sürekli izleniyor.
- Mahkûmlar tıraş edilmiş başlarla, ayak bileklerinden ve ellerinden kelepçeli, numaralı tulumlar içinde sınıflara sürükleniyordu.
- Geceleri 30–40 santimetre genişliğindeki beton zemin üzerinde yatıyorlardı; halı veya yatak yok, duş imkânı yok. Suya erişimleri çok sınırlıydı — kullanılan varil nadiren temizleniyordu; yiyecekleri yalnızca içi boş eski ve sert mantımsılar (“momo”) ve şekerli su.
- Sınıf ortamı bile ceza infaz yerini andırıyordu: Bir sayı anons ediliyor, bir mahkûm alınarak sorguya götürülüyor; bazen elektrik şoku gibi işkenceler uygulanıyordu.
Sıddık, “Mahkûmların gözündeki çaresizliği asla unutamam. Her geldiklerinde bana bakıyorlardı — ‘Bizi kurtaracak mısın?’ diye…” diyor; bu yüzden gözleri bir simge hâline gelmiş: umutsuzluk, çaresizlik ve kurtuluş ümidi.
Kadın Kampı: Sistematik Tecavüz ve Zorla Kısırlaştırma
Altı aylık erkek kampı döneminden sonra Sıddık, kadınlara yönelik başka bir kampa sevk edildi. Orada durumun daha da kötü olduğunu anlatıyor. Kadın mahkûmların başları tıraş edilmişti; elleri kelepçeli değildi ama vücutları bariz saldırı izleriyle doluydu. Sıddık, tecavüzün yaygın olduğunu, kadınların otururken ya da yürürken zorlandığını, yaralı olduklarını dile getiriyor.
Buna ek olarak, kamp dışındaki kadınlara yönelik geniş kapsamlı bir kısırlaştırma kampanyası yürütülüyordu. Sıddık kendisinin de Mayıs 2019’da, mahalle uygulamasından gelen çağrı ile bir üreme kliniğine çağrıldığını ve zorla sterilize edildiğini söylüyor. Reddederseniz hapse gireceğiniz tehdit edilmişti.
Kampta bazı kadınlarla gizli iletişim kurma imkânı olmuş; arka planda söylenen sözlerden, bazı kadınların düşük yaptığını, bazıların bebeklerini kaybettiğini öğrenmiş. Sıddık, “Bunlar yalnızca satır aralarındaydı. Onlar ancak korktuğumuz şeyleri bir şekilde anlatabildiler” diyor.
Tehdit, Gözetim, Sürgün — Kamplar Sadece Başlangıç
Sıddık, kamp deneyiminin ardından Çin’den ayrıldığında zulmün sona ereceğini ummuş olabilir — ancak gerçek bununla bitmemiş. Kocası, Çin hükûmeti tarafından kendisinden “intikam videosu” çekmesi için zorlanmış; videoda Sıddık’ın eylemlerini kınamış ve ondan boşandığını ilan etmiş. Bu video Çin Dışişleri Sözcüsü tarafından sosyal medyada paylaşılmış. Sıddık, eşinden 2021’de gelen “Üzgünüm; seni koruyamadım” mesajından sonra nihayet 2021 Şubat’ında tüm teması kesmiş — WeChat’ı engellenmiş, diğer aile üyeleriyle irtibat kalmamış.
Hollanda’ya yerleştikten sonra da baskı devam etmiş. Çin’den aramalar, evinin önünde dolaşan araçlar, tanımadığı insanların gözetlemesi… Her kamu konuşmasında baskı artmış; Sıddık, durumu Hollanda polisiyle paylaşmak zorunda kalmış.
Şahitliğin Önemi: Sessizliği Bozmak
Sıddık, bu hikâyesini gündeme taşıma sebebini açıkça ifade ediyor: “Belgeselin, Uygurlar’ın yaşadıklarını görünür kılmasını istiyorum. Çin’le ticari ilişkiler elbette her ülke için önemli — ama vicdan ve insan hakları her şeyden üstün olmalı.”
Aynı zamanda, uluslararası toplumun dikkatini bu krize çekmek, kamp gerçeğini örtbas etmeye çalışan Çin propagandasına karşı bir uyarı olarak görüyor. Uygurlar’ın hafızasını yok etme, kimliklerini silme, kültürlerini asimile etme çabalarına karşı durulması gerektiğini vurguluyor.
Bağlam: Yaygın İddialar, Belgelenmiş Hak İhlalleri
Bu şahitlik, yalnızca bir kişiyle sınırlı değil. Birçok insan hakları örgütü, araştırmacı ve uluslararası medya, Human Rights Watch (HRW) ve sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere, Doğu Türkistan’da sistematik hak ihlalleri, zorla kısırlaştırma, işkence ve toplu gözaltılar konusunda sayısız rapor yayınladı.
Örneğin, 2025’e ait bir HRW raporuna göre; Türkiye gibi farklı ülkelerde yaşayan Uygurlar, Çin’in “ulusötesi baskı” mekanizmalarının hedefi hâline gelmeye devam ediyor.
Sessizliğin Parçalanan Vicdanı
Kalbinur Sıddık’ın anlattıkları, rakamlardan ve resmî gerekçelerden ibaret olmayan — kan, gözyaşı, insanlık dışı şartlar, çaresizlik ve travma üzerine kurulmuş bir gerçeği gözler önüne seriyor.
Bu şahitlik, yalnızca bireysel bir vicdan çağrısı değil; aynı zamanda uluslararası toplum, aydınlar ve siyasiler için de bir uyarı: Sessizlik ve çıkar ilişkileri üzerine kurulu dengeler, insan haklarının, temel özgürlüklerin ve masumiyetin üzerine gölge düşürmemeli.
Doğu Türkistan’ın yerli halkları— dillerine, inançlarına, kültürlerine sahip çıkan Uygurlar — bunu asla unutmamalı; dünya da unutmamalı. Kalbinur Sıddık’ın sözleriyle: “Onların gözlerini unutursak, insanlığımızı kaybederiz.”

