Dünya çapında yayılan bir göçmen topluluğu olan Uygurlar, yalnızca yaşadıkları coğrafyada değil; sınırlarının ötesinde de izleniyor, tehdit ediliyor ve dışlanıyor. Çin hükûmetinin yurtiçindeki baskı politikalarının ardından, diasporadaki Uygurlar “evde güvende değilseniz dışarıda da değilsiniz” hissiyle karşı karşıya bulunuyor. Bu durum, kontrolün yalnızca sınırlar içinde kalmadığını, aynı zamanda yurtdışında yaşayan Uygurların üzerindeki gölgenin küresel boyuta ulaştığını gösteriyor.
Küresel baskının mekanizmaları
Çin’in yurtdışında yaşayan Uygur topluluklarına yönelik baskı kampanyası, geleneksel sınırları aşan bir biçim almış durumda. Bu kampanya; siber gözetim, diplomatik baskı, sermaye gücü aracılığıyla ülkeleri iş birliğine zorlamak, diasporadaki kişilerle bağlantılı aile üyelerini hedef almak gibi yöntemleri içeriyor. Araştırmalara göre, Uygur diasporasına yönelik binlerce vakaya ulaşılmış durumda ve bu vakaların bir kısmı doğrudan gözaltı, sınırdışı edilme ya da bir geri gönderme süreciyle bağlantılı.
Çin hükûmetinin ekonomik ve politik nüfuzu genişledikçe, göçmen toplumlar üzerinde kurduğu bu baskı da artış gösterdi. Özellikle bazı ülkelerde gözetim sistemleri, toplu veri toplama, telefon dinleme, internet aktivitelerinin izlenmesi gibi pratiklerle diaspora üyeleri üzerinde ciddi bir korku ve kontrol ortamı yaratıldı.
Vaka örnekleri ve diaspora üzerindeki etkiler
Diasporada yaşayan Uygurlar, yaşadıkları ülkede bile rahat edemiyor. Haberlerde, yurtdışındaki Uygur gazetecilerin ve aktivistlerin yakınlarının Çin’de gözaltına alındığı ya da baskıya maruz kaldığına dair örnekler yer alıyor. Bir gazetecinin, dışarıda çalıştıktan sonra Çin’deki meslektaşlarının “susmazsanız sizi burada tutarız” tehdidiyle karşılaştığını ifade etmesi dikkat çekici.
Aileler üzerinden dolaylı şantaj yapmak da yaygın bir yöntem haline geldi. Diasporadaki bir Uygur, yurtdışındayken ailesinin Çin’de bulunduğu bölgedeki yetkililer tarafından tehdit edildiğini, kendisinden “olayları konuşmamayı” kabul etmesi istendiğini bildiriyor. Bu tür yöntemler, diaspora fertleri arasında sessizlik baskısı yaratıyor.
Uluslararası boyut ve iş birliği
Bu baskının etkisi sadece bireysel hobilerde kalmıyor; bazı ülkelerin güvenlik birimleri ya da göç politikaları vasıtasıyla Çin ile iş birliği yaptığı belirtiliyor. Bazı hükümetlerin, Çin’in ekonomik yatırımları ya da dış yardım ilişkileri karşılığında Uygur diasporasına yönelik devreye alındıkları ifade ediliyor.
Bunun yanı sıra, özel sektör ve teknoloji şirketlerinin de devreye girdiği, büyük veri sistemleri, yüz tanıma, biyometrik izleme gibi araçların diasporayı gözetlemek için kullanıldığına dair çalışmalar var. Bu durum, bireysel mahremiyet ile ulusal güvenlik algısı arasındaki çizginin nasıl kaydığına dair ciddi soru işaretleri doğuruyor.
Göçmen toplulukları üzerindeki psikososyal etkiler
Diaspora içerisinde korku, kendini izlenmiş hissetme, aidiyet krizleri gibi psikososyal etkiler gözlemleniyor. İnsanlar, yaşadıkları ülkeye entegre olsalar bile geçmişteki bağlarından ötürü “kaçınılmaz olarak” hedef hâline gelebileceklerini düşünüyorlar. Böyle bir ortam, bireylerin sosyal hayatlarını sınırlamasına, sessiz kalmasına ve kendi kimliklerini yeniden düşünmesine neden oluyor.
Öte yandan, diasporadaki Uygur liderler ve aktivistler, yaşadıkları baskıya rağmen seslerini duyurmaya çalışıyor. Ancak bunun merkezi bir örgütleşmeden ziyade, birbirine destek veren ağırlıklı olarak sivil topluma dayalı bir yapı içinde gerçekleştiği görülüyor. Diasporadaki faaliyetler çoğu zaman gözetim ya da taciz riski taşıdığından, gizlilik ve güvenlik önlemleri yüksek tutulmak zorunda.
Türkiye özelinde durum
Türkiye, Uygur diasporasının önemli merkezlerinden biri. Ancak burada da baskı ve gözetim iddiaları gündeme geliyor. Kültürel faaliyetler, kitap satışları ya da belirli derneklerin etkinlikleri bazen “Çin rejimini rahatsız edici” faaliyetler olarak nitelendiriliyor. Bu durum, Türkiye’de yaşayan Uygurlar için hem aidiyet hem güvenlik açısından ikilemler oluşturuyor.
Neler yapılabilir?
Uluslararası insan hakları örgütleri, bu tür baskıların yalnızca içeride değil, yurtdışında da sürekli ve sistematik bir biçimde sürdüğünü belirtiyor. Diasporadaki toplulukların korunması, tutuklanan aile üyelerinin izlenmesi ve göçmen yaşadıkları ülkelerde gözetim altında tutulmamaları için uluslararası iş birliği çağrısı yapılıyor.
Ayrıca, diaspora topluluklarının dayanışma mekanizmalarının güçlendirilmesi, hukuki destek ağlarına erişimin artırılması ve göç ettikleri ülkelerde maruz kalabilecekleri baskıya karşı erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi öneriliyor. Teknik olarak da veri güvenliği, iletişim güvenliği ve örgütlenme güvenliği konularında farkındalık artırılması kritik görülüyor.
Uygur diasporası için sınırlar sadece coğrafi değil: Yurt dışında yaşamak, otomatik olarak tehditten kurtulmak anlamına gelmiyor. Yüksek teknolojiyle donatılmış izleme sistemleri, güçlü diplomatik ve ekonomik ilişkiler ve hukuk dışı uygulamalarla birleştiğinde, diasporadaki Uygurlar için “güvende olmak” halüsinasyona dönüşebiliyor. Dünya toplumu için de bu durum, bir ülkenin sınırlar ötesinde yurttaşlarının peşine düşebilme kapasitesinin somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.
Bu kampanyanın net bir hedefi var: Uygur diasporasının sesini kısmak, kimliğini silikleştirmek ve hesap sorabilecek durumda tutmamaktır. Ancak diasporadaki bireyler ve sivil toplum örgütleri bu baskıya karşı direniyor, görünür olma ve haklarından vazgeçmeme çabası içinde. Bu mücadele yalnızca Uygurlar için değil; bugün “evde” geçerli olan kontrolün yarın “dışarıda” geçerli olmaması için verilen bir direniş hikâyesidir.

