Kavurucu bir yaz mevsiminin ramazanında, susuzluktan dudakları kurumuş bir müminin iftar saatini bekleyişinden, hayır hayır
derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir
hasret içindeyiz.
İnsan kâinatın hülâsası, sen ise bu hülâsanın ruhusun. Sen yaratılmasa idin, âlem yaratılmaya değmezdi. Bütün yüce değerlerin
mihengi Sen’sin. Allah Seni varlığın ve değerlerin merkezi olarak yarattı. Varlık seninle mânâlandı.
Bu «dünya» seninle şereflendi. Şimdi, o, senin mübarek toprağını bağrında taşıdığı için, fezada şevkle dolaşmaktadır. Yaratıkların en aşağısı olan toprak, bile, Seninle nurdan daha aziz oldu. Senin dolaştığın Mekke toprakları, «Sûr üfürüldüğü zaman» tozlarını silkip kalkacağın Medine toprakları, üzerinde ve sinelerinde Seni taşımakta «mükerrem» ve «münevver» oldular.
Sen dünyamıza doğmadan önce, kızgın kumlara diri din gömülen genç kızların çığlıkları, vicdanları yakmıyordu. Burnu halkalı ve alnı damgalı köleler ümitsizdi. Kadınlar kocalarına, kocaları da Lat’a, Uzza’ya, Hübel’e secde ediyorlardı. Fuhuş, kumar, faiz, ihtikâr, kan ve zulüm o dereceye varmıştı ki, zayıflar evlerine, «ehl-i kitap» dağ başlarına ve ıssız vadilere sığınmışlardı. Zâlimler ve şerefsizler, bütün makam ve mevkileri işgal etmiş ve şerefli insanlar yerlerde sürünüyorlardı.
Sen geldin, çığlıklar bitti, gözyaşları dindi, köleler hür oldu, kadınlar yüceldi, erkekler «sahte tanrıları» kırdılar, iffet, helâl kazanç ve kardeşlik yeniden doğdu. Hak, adalet şefkat «devlet» oldu. Mazlumlar, mağdurlar kuvvetlendiler. Zalimler, gaddarlar, alçaldılar, kahroldular. Garipler, sahipsizler, kimsesizler sende ve senin aziz kadronda sevgi, yakınlık ve kardeşlik buldular. Güçsüzler senin meclisinde güçlendiler, kendilerinde güç vehmedenler, «Hakkın karşısında» el bağladılar Mazlumlar senin şefkat ve merhametinde huzur ve tevazu buldular, zalimler senin heybetinle titrediler. Tebessümün, kimsesizlere cesaret verirken, mübarek alnında kabaran damarların zâlimlerin ödünü koparıyordu.
Sen, irtihalimden sonra «bana selâm gönderin, onu bana ulaştırırlar» diye buyurmuştun. Sana «yağmur taneleri sayısınca», «ağaçlardaki yapraklar miktarınca, denizlerdeki ve okyanuslardaki su damlaları kadar» selâm sunuyoruz, bizim sevgili kurtarıcımız. Sana
ne kadar muhtaç olduğumuzu biliyorsun. Sen «âlemlere rahmet olarak» gönderilensin, bizi terk etme. «İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi kahreder misin?» diyerek Allah’a yönelmeyi bize Sen öğretmedin mi? Bu mübarek ramazan gündüzlerinde ve gecelerinde Allah’a el açarak gözyaşları ile yalvaran müminlere, ötede olduğu gibi burada da şefaatçi ol. «İçimizdeki beyinsizler yüzünden» Allah’ın bizleri de zelil ve rüsvay etmesini, kahr ve perişan etmesini istemiyoruz.
Biz de Şâir Nizami ile birlikte şöyle sesleniyoruz:
«Ey Medine’nin gömleğini, Mekke’nin peçesini taşıyan güzel,
Güneş daha ne kadar gölgede kalacak?
Ay isen bize ışığından bir huzme gönder.
Gül isen bize bağından bir koku gelir.
Yolunu bekleyenlerin canları dudaklarına geldi, feryat elinden.
Ey feryatlara yetişen sevgili, atını başka diyarlara da sür.
Bu şeytanların üzerine ya bir «Ömer» gönder,
Yahut, bu savaş meydanına bir “Ali” yolla
Bizden ayrılığın yetişir, ulu günler yaklaştı, meclise koş.»
Seyyid Ahmet Arvasi
Türk-İslâm Üküsü C-1
Sayfa: 80-81