Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Doğu Türkistan ve Gazze’den Soykırım Dersleri

Nadir Haşimi – James A. Millward (*) Uluslararası Adalet Divanı’nın

Nadir Haşimi – James A. Millward (*)

Uluslararası Adalet Divanı’nın geçtiğimiz ayın sonlarında İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığına dair makul bir risk olduğuna hükmeden ilk kararından günler önce, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Çin’in insan hakları siciline ilişkin “evrensel periyodik incelemesini” gerçekleştirdi. Çin’in, Donald Trump ve Joe Biden yönetimindeki her iki ABD yönetimi de dahil olmak üzere dünyadaki pek çok hükümetin resmen soykırım olarak nitelendirdiği Doğu Türkistan’daki Uygur ve diğer Türki azınlıklara yönelik kötü muamelesi ana odak noktasıydı. 2022 yılında, görevden ayrılan BM İnsan Hakları Yüksek Komisyonu Başkanı Michelle Bachelet’in uzun süredir beklenen raporu, Çin’in Doğu Türkistan’da belki de bir milyondan fazla insanı “keyfi ve ayrımcı bir şekilde alıkoymasının” “uluslararası suçlar, özellikle de insanlığa karşı suçlar teşkil edebileceğini” tespit etti.

Elbette Biden yönetimi Gazze’deki soykırım konusunda farklı bir görüşe sahip. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Güney Afrika tarafından İsrail aleyhine UAD’de açılan dava için “Soykırım suçlaması haksızdır” dedi. Beyaz Saray sözcüsü John Kirby de bu sözleri tekrarladı ama daha da ileri giderek suçlamaları “haksız, ters tepen ve hiçbir gerçek temeli olmayan” suçlamalar olarak nitelendirdi. UAD’nin İsrail’in Gazze’de soykırımı önlemek için geçici tedbirlere uymasını emrettiği kararından sonra bile, mahkemenin Soykırım Sözleşmesi uyarınca Filistinlilerin haklarının ihlal edilmesine yönelik “gerçek ve yakın bir risk” olarak adlandırdığı şey göz önüne alındığında, Biden yönetimi mahkemenin kararını reddetti. Kanada, Birleşik Krallık, Almanya, Avustralya ve Fransa, Doğu Türkistan’da soykırımı kınarken Gazze’de soykırım olasılığını göz ardı ederek Amerika’nın davranışını tekrarladılar. Örneğin İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, UAD’nin İsrail’e karşı açtığı davayı “tamamen haksız ve yanlış” olarak nitelendirerek Washington’un papağanlığını yaptı.

BM’nin 1948 Soykırım Sözleşmesi kapsamında soykırımın “ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu tamamen ya da kısmen yok etme niyetiyle işlenen eylemler “e dayanan açık yasal tanımına rağmen, neden Çin’in soykırımını kınayan birçok ülke aynı zamanda İsrail’i bu tür suçlamalara karşı savunurken, İsrail’i kınayanların birçoğu da Çin’i savunuyor? Aslında bu kadar çok ülke, “suçların suçu, insanlığın en karanlık insanlık dışı eylemi” olan soykırım konusunda birbirinden tamamen farklı görüşlere mi sahip? Neden bu soykırım Rashomon’u? Doğu Türkistan ve Gazze’deki olayları karşılaştırmak sadece bu ikiyüzlülüğü ve çifte standardı aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda sözde kurallara dayalı uluslararası düzenin kalbindeki boşluğu da ortaya çıkarıyor.

Soykırımın BM hukukundaki açık tanımına rağmen, neden Çin’in soykırımını kınayan pek çok ülke aynı zamanda İsrail’i bu tür suçlamalardan korurken, İsrail’i kınayanların çoğu da Çin’i savunuyor?

NADİR HAŞİMİ VE JAMES MILLWARD

Gazze ve Doğu Türkistan, Asya’nın karşı yakalarında yer almaktadır. Coğrafi uzaklıklarına rağmen, tarihsel olarak her iki İpek Yolu kavşağı da eski tarihleri ve farklı nüfuslarıyla kozmopolit ticaret ve dini alışveriş merkezleriydi. Her ikisinin de 20. yüzyılın ortalarındaki biçimlendirici tarihi sömürgecilikle tanımlanmaktadır. Filistin’de İngiliz sömürgeciliğinin himayesinde yaklaşık otuz yıl süren Siyonist yerleşimin ardından 1948’de savaş ve yaklaşık 750.000 Filistinlinin kitlesel olarak yerlerinden edilmesi İsrail Devleti’nin kurulmasına yol açtı. 1949 yılında, Çin Cumhuriyeti’nin bölgede onlarca yıl süren minimal etkisinin ve 1940’larda Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin yükselişinin ardından Doğu Türkistan, Çin Komünist Partisi tarafından Halk Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak ilhak edildi.

Okumadan Geçme  Batı Şeria ve Kudüs'te 24 saatte 27 direniş eylemi gerçekleştirildi

Filistin ve Uygur bölgesinin yerli halklarını işgal, sömürgeleştirme ve yerleşimci-sömürge projelerine maruz bırakan yeni İsrail ve Çin Halk Cumhuriyeti devletlerinin her biri, Avrupa’daki Yahudi Soykırımı ve Çin’deki “Aşağılanma Yüzyılı “ndan kurtuluş ve rahatlama olarak gördükleri şeyin peşindeydi. Toprakların yeni işgalcileri, Filistinliler örneğinde olduğu gibi yerli halkların tarihi anavatanlarında yaşama ya da Sincan’da Uygurlar olarak özgürce yaşama haklarını baltalayan politikaları haklı çıkarmak için kadim tarihe başvurdular.

Doğu Türkistan Ulusal Uyanış Hareketi destekçileri, 5 Temmuz 2022’de Doğu Türkistan’daki Urumçi Katliamının 13. yıldönümünü anmak üzere Beyaz Saray önünde bir araya geldi. (Fotoğraf: Drew Angerer/Getty Images)

Bazen şiddet içeren direniş, devlet baskısına yol açtı ve bu da on yıllar süren bir döngü içinde daha fazla direniş üretti. Devlet baskısı genellikle terörizm veya dini aşırıcılıkla mücadele adına meşrulaştırıldı. İronik bir şekilde, bu sömürgeci durumlar tarihçilerin 20. yüzyılın ikinci yarısında “dekolonizasyon” olarak adlandırdıkları dönemde kök saldı ve genişledi.

Bugün Çin’deki Uygurlar ve İsrail’deki Filistinliler en iyi ihtimalle ikinci sınıf vatandaş konumundadır. Bir milyon ila iki milyon arasında Uygur, Doğu Türkistan’daki toplama kamplarında ve hapishanelerde tutuluyor ve bunların çoğu İkinci Dünya Savaşı’ndaki toplama kamplarının uğursuz bir yankısı olarak sözde “yeniden eğitim” için tutuluyor. İki milyondan fazla Filistinli kuşatma ve abluka altındaki Gazze’de sıkışıp kalmış durumda ve üç milyon Filistinli daha İsrail işgali altındaki Batı Şeria’da apartheid yönetimi altında yaşıyor. Diasporada daimi mülteci olarak yaşayan tahminen altı milyon Filistinli daha, benzer şekilde dünyanın dört bir yanına dağılmış yüz binlerce Uygur gibi evlerine dönememektedir.

Okumadan Geçme  İşgalci İsrail'in saldırıları ile Huvvara ve Tulkarm'de 4 Müslüman şehid oldu

Hem İsrail’de hem de Çin’de devlet yetkilileri, baskılarını meşrulaştırmak için Filistinlileri ve Uygurları sözde kendi kendilerini yönetmekten aciz geri kalmış halklar olarak görmektedir. Yine de her iki devlet de entelektüelleri, profesörleri, sanatçıları, şairleri ve gazetecileri hedef alarak, üniversiteleri, dini yapıları ve tarihi mekanları yerle bir ederek sırasıyla Filistin ve Uygur halklarının kültürlerini silmek için kasıtlı gibi görünen çabalara girişmiştir.

Doğu Türkistan ve Gazze’deki olayları karşılaştırmak sadece soykırım konusundaki bu ikiyüzlülüğü ve çifte standardı aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda sözde kurallara dayalı uluslararası düzenin kalbindeki boşluğu da ortaya çıkarıyor.
NADİR HAŞİMİ VE JAMES MILLWARD

Elbette kritik farklılıklar da var. Yaklaşık 25 milyon nüfusu ile 620,000 mil karelik geniş bir bölge olan Doğu Türkistan, Gazze’den 4,000 kat daha büyüktür. Çin, Uygurları Çin’in batısındaki tarihi İpek Yolu şehri Kaşgar’ın merkezindeki önemli topraklardan ve eski mahallelerden sürmüştür, ancak Filistinlilerin aksine Uygurlar tarihi anavatanlarından topluca sürülmemişlerdir. Esir kampları, özellikle COVID-19 salgını sırasında Uygurların daha fazla ölümüne yol açmış olsa da Doğu Türkistan, Güney Afrika’nın İsrail’i Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal etmekle suçlayarak UAD’ye dava açmasına neden olan İsrail güçleri tarafından Gazze’deki Filistinlilerin öldürülmesi gibi toplu katliamlara sahne olmadı.

Kitlesel hapsetmenin yanı sıra, Uygur zulmünün en önemli ayırt edici özelliği doğum baskısıdır. Araştırmacılara göre Çin, zorla kısırlaştırma ve RİA yerleştirme yoluyla Uygur nüfusunu 20 yıl içinde 4,5 milyona kadar azaltabilir, Çinli yetkililerin “nüfus optimizasyonu” olarak adlandırdıkları şey adına – bölgeyi etnik olarak Han Çin’inin geri kalanı gibi yapmak için açıkça sömürgeci bir hırs. Soykırım Sözleşmesi’nin 2. Maddesi özellikle “grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirlerin uygulanmasını” bir soykırım eylemi olarak kabul etmektedir. İngiltere’de kurulan ve başkanlığını Slobodan Milošević’in yargılanmasında baş savcı olan Geoffrey Nice’in yaptığı bağımsız bir mahkeme olan Uygur Mahkemesi, Çin’in Uygurlara karşı bir soykırım politikası yürüttüğü sonucuna varmak için bu gerçeğe başvurdu.

Okumadan Geçme  Siyonistlerin Katlettiği Şehid Ayşenur Ezgi Eygi Son Yolculuğuna Uğurlandı

ABD ve İsrail’i destekleyen diğer Batılı ülkelerin ikiyüzlülüğü, bir soykırımı hızla kınarken başka bir soykırım olasılığını kabul etmeyi bile reddederek göze batarken, Küresel Güney’in büyük bir kısmı da ikiyüzlülükten suçludur. Çin’in Uygur zulmünün en yoğun olduğu dönemde, 57 üyeli İslam İşbirliği Teşkilatı, 2019’daki dışişleri bakanları toplantısında “Çin Halk Cumhuriyeti’nin Müslüman vatandaşlarına bakım sağlama çabalarını takdir eden” bir bildiri yayınladı. Pekin ile yakın bağları olan Arap rejimleri, Çin hükümetinin çabalarına alenen yeşil ışık yakarak Çin’in Uygurlara uyguladığı baskıya ortak oldular.

Yakın zamanda Güney Afrika, Çin’in Uygurlar hakkındaki görüşlerini papağan gibi tekrarladı. Aralık ayında, Güney Afrika’nın Filistinlileri İsrail bombardımanı altında soykırım riskinden korumak için UAD’ye dava açtığı aynı ay, iktidardaki Afrika Ulusal Kongresi Pekin’i Uygurlar arasındaki yoksulluğu azaltmadaki “dikkate değer başarılar” da dahil olmak üzere Doğu Türkistan’daki “insan hakları alanındaki büyük ilerlemesi” için övdü. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas bile Pekin’in propagandasını onayladı ve ekonomik yardım arayışı için gittiği Çin’de, Doğu Türkistan’daki Müslümanlara yönelik politikalarının “insan haklarıyla hiçbir ilgisi olmadığını ve aşırıcılığı dışlamayı, terörizme ve ayrılıkçılığa karşı çıkmayı amaçladığını” söyledi.

Çifte standart boldur. Norveç, Gazze ve Doğu Türkistan’daki her iki durumu da kınayan az sayıdaki ülkeden biridir.

Açıkça görülüyor ki jeopolitik, ticari çıkarlar, iç politika ve diğer sözde “pragmatik” mülahazalar çok sayıda siyasi lidere kitlesel acılara karşı alaycı bir körlük kazandırmış ve retorik olarak savunduklarını iddia ettikleri küresel normları ihlal etmelerine yol açmıştır. Evrensel insan hakları kavramı, her alanda eşit ve tutarlı bir şekilde uygulanmadığında çökmektedir.

Hükümetler uluslararası hukuka açıkça riayet etmediğinde ve bunun yerine çıkarlarına uygun olduğunda hukuka seçici bir şekilde başvurduğunda, ilgili vatandaşlar buna nasıl tepki vermelidir? Umutsuzluğa kapılmamalıyız. Bunun yerine, kuralların herkes için geçerli olduğu “kurallara dayalı bir uluslararası düzen” de dahil olmak üzere daha iyi bir dünya için bu hükümetler alenen teşhir edilmeli, yüksek sesle sorgulanmalı ve oylanmalıdır.

(*) Nader Hashemi, Alwaleed Müslüman-Hıristiyan Anlayış Merkezi’nin direktörü ve Georgetown Üniversitesi Edmund A. Walsh Dış Hizmet Okulu’nda Orta Doğu ve İslami siyaset alanında doçenttir. Kendisi aynı zamanda DAWN’da yerleşik olmayan bir araştırmacıdır.

James A. Millward, Georgetown Üniversitesi Dış Hizmet Okulu’nda tarih profesörüdür ve burada Qing, Çin, Orta Asya ve dünya tarihi dersleri vermektedir.